Jonathan Cook – National.ae
Filistinliler ve İsrailliler geçtiğimiz hafta Irak’taki Kürtlerin düzenlediği referandumu ayrı ayrı ama özel bir ilgiyle takip ettiler. İsrailli yetkililer ve Filistin halkının bir kısmı -farklı sebeplerle- Kürtlerin Irak’tan ayrılma yönündeki kararını heyecanla karşıladılar.
Bağdat’ın tepkisinin yanı sıra İran ve Türkiye’nin kızgınlığı göz önüne alındığında, Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması, pek yakın bir sürede gerçekleşecekmiş gibi görünmüyor.
Filistinlilerin Kürtlere destek vermesini anlamak çok zor değil. Bundan yüzyıl önce, Ortadoğu İngilizler ve Fransızlar tarafından bölüşülürken Filistinliler de Kürtler gibi görmezden gelinmişlerdi. Tıpkı Kürtler gibi Filistinliler de kendilerini farklı parçalara bölünmüş topraklarda kendilerinden olmayan ve kendi haklarını çoğu zaman yok sayan yöneticilerin insafına bırakılmış olarak buldular.
Fakat, İsrail’in Kürdistan’ın bağımsızlığını destekleme konusundaki karmaşık çıkarlarını çözümlemek bundan çok daha zor.
İsrail başbakanı Netanyahu, dünyada Kürtlerin bağımsızlığına açıkça ve koşulsuz bir biçimde destek veren tek siyasi lider oldu. Diğer liderler, bir devlet sahibi olmanın Kürtlerin “manevi bir hakkı” olduğunu dile getirmekle yetindiler. Fakat Filistinlilerin devlet kurma hakkı konusunda aynı görüşü dile getiremeyen bu liderler, “manevi hak” konusunda Kürtlerin durumuna ilişkin takındıkları tavrın nasıl bir tezat oluşturduğunu göremediler.
Yüzeysel bir analizle, İsrail’in niçin Kürtleri desteklediğini, petrol meselesi üzerinden açıklayabiliriz. Çünkü Irak’taki Kürtler, çok zengin petrol yataklarının üzerinde yaşıyorlar ve bu petrolü İran ya da Arap devletleri ile değil İsrail ile paylaşmaya heves ediyorlar. (Çevirenin Notu: Mevcut durumda İsrail ile Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetim arasında petrol ticareti üçüncü taraflar aracılığıyla zaten gerçekleştiriliyor. Kürdistan’ın bağımsız bir devlet haline gelmesi durumunda üçüncü taraflar aradan çıkacak ve İsrail ile Kürdistan arasında doğrudan ilişkiler başlamış olacak)
Hal böyle olmasına rağmen, İsrail’in destek vermesinin sebepleri çok daha derinlerde yatıyor. İsrail ile Kürtler arasında büyük oranda gizli seyreden ve on yıllardır süren sıkı bir işbirliği var. Öyle ki İsrail basınının Kürdistan’dan övgüyle bahseden isimler listesinde yer alan şahıslardan bazılarının 1960’lardan beri Kürtlere askeri eğitim veren ve şu anda emekliye ayrılmış generaller olduğu göz önüne alındığında bu süreç daha iyi anlaşılabilir. Aradaki bu bağlantı, hiçbir zaman bitmedi ve unutulmadı. Bağımsızlık yanlısı gösterilerde İsrail bayraklarının dalgalanması ve Kürtlerin “İkinci İsrail olacağız” söylemlerinin altyapısı burada gizliydi.
İsrail, çoğunlukla Arapların yaşadığı Ortadoğu bölgesinde Kürtleri kilit bir aktör ve sağlam bir müttefik olarak görüyor. IŞİD’in bölgedeki etkisi azalırken bağımsız bir Kürdistan, İran’ın boşalan yerleri doldurmasını engellemeye yardımcı olabilir. İsrail’in, İran karşısında bir dalgakırana, bir sipere ihtiyacı var.
İsrail, İran’ın Suriye ve Lübnan’daki müttefiklerine silah ve lojistik destek sağlamasının önüne bir şekilde geçmek zorunda.
Fakat tüm bunların yanı sıra İsrail’in Kürdistan’ın bağımsızlığına destek vermekteki asıl çıkarı çok daha ötede! Bu desteğin asıl nedeni, bölgedeki uzun vadeli vizyon ve stratejisinde gizli. "İsrail ve Medeniyetler Çatışması" adlı kitap çalışmamda İsrail’in bu stratejisini anla(t)maya çalışmıştım.
Bu strateji, İsrail’in kurucu lideri David Ben Gurion ile başlıyor. Gurion stratejisi, komşuluktaki Arap devletler yerine bunların çevresinde olan Arap olmayanlarla ittifak kurmayı öngörüyordu (Türkiye, Etiyopya, Hindistan ve o dönem şah yönetiminin hüküm sürdüğü İran gibi). Buradaki amaç, İsrail’in bölgesel yalnızlığını kırıp, bölgede Cemal Abdunnasır öncülüğünde seyreden Arap milliyetçiliğinin gücünü zapt edebilmekti.
1980’li yılların başlarında Ariel Şaron, bu güvenlik doktrinini genişletti ve İsrail’in Ortadoğu’da emperyal bir güç olması gerektiğini gündeme getirdi. Buna göre İsrail, bölgede nükleer silah gücüne sahip tek ülke olmalı ve bu yönüyle ABD için de vazgeçilmez olmayı başarmalıydı.
Şaron, nasıl emperyal bir güç olunacağı konusunda çok açık bir strateji koymamıştı ortaya. Fakat aynı dönemde (1982’de), eski bir dışişleri bakanlığı yetkilisi tarafından hazırlanan ve Dünya Siyonist Örgütü'nün 3-aylık strateji dergisinde yayınlanan hazırlanan Yinon planı, bu konuda sağlam bir yol gösterici oldu.
Oded Yinon tarafından hazırlanan stratejide Ortadoğu’da bir iç karşıklıklar süreci öngörülüyordu. Buna göre bölgedeki önemli güçler ve özellikle de İsrail’e düşman olan ülkeler, mezhebi ve etnik anlaşmazlıkların kaşınması yoluyla bölünmeye sürüklenmeliydi. Amaç, bu devletlerde çatlaklar yaratmak, onları zayıflatmak ve İsrail’in bölgedeki en güçlü yapı olma noktasındaki yerini sağlamlaştırmaktı.
Bu fikrin çıkış noktası da 1948 toprakları olarak adlandırılan işgal altındaki topraklardı. İsrail, bu bölgelerdeki Filistinlileri ayrı ayrı mahallelere hapsetmiş ve bir bölünmüşlük oluşturmuştu. En nihayetinde İsrail, Filistin ulusal hareketini fiilen bölmüştü. Bu bölünmeden ortaya çıkan hareketler arasında İslamcı ideolojiye sıkı sıkıya bağlı Hamas ve İslami Cihad da vardı.
İsrail bu süreçte mevcut stratejiyi o dönem 20 yıldır işgal altında tuttuğu Lübnan’ın güneyinde de uygulamayı denemiştir. İsrail’in uyguladığı stratejiyle, bölgede yaşayan Hristiyanlar, Dürziler, Sünniler ve Şiiler arasındaki gerilimler daha da artmıştı.
Ortadoğu’yu “Balkanlaştırma” stratejisi, George W. Bush döneminde etkinlikleri artan şahin politikacılar tarafından da oldukça benimsenmişti.
Büyük oranda İsrail’in de etkisiyle “bölgedeki (özellikle İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere) kilit aktörleri” geriletme düşüncesi ağırlık kazanmıştı. Bu ülkeler, bölgede ABD ve İsrail’in egemenlik kurmasına karşı çıkıyorlardı. ABD ve İsrail işe,1991’deki Körfez savaşı sırasında İsrail’e füzeler ile saldıran Saddam Hüseyin’den başladılar.
2003’teki Irak işgalinin beklenmedik yan etkileri arasında sayılsa da Irak’ın çok kanlı bir süreç sonrasında Sünni, Şii ve Kürt yoğunluklu bölgelere ayrılmış olmasına, ABD kasıtlı bir şekilde göz yummuştu. İşin en başından beri hedeflenen senaryolar arasında yer alan bir durumdu belki de. İşte şimdi, Iraklı Kürtler bu parçalanmışlığı kalıcı hale getirmeye çok yakınlar.
Suriye benzer bir süreçten geçiyor. Devlet otoritesini sarsan yıkıcı bir iç savaş söz konusu.
Tahran, yine aynı şekilde İsrail ve ABD’deki müttefiklerinin hedefinde. 2015’te imzalanan nükleer anlaşmayı bozmak isteyen İsrail ve ABD’deki mevcut yönetim, İran’ı bir şekilde köşeye sıkıştırmak istiyor. İran’daki, Arap, Beluç, Kürt ve Azeri azınlıklar, bir isyan başlatmak için gereken kıvama gelmiş bile olabilirler.
İsrail’de her yıl stratejik güvenlik konferansı olarak düzenlenen Herzliya konferansının bu yılki oturumunda, İsrail’in adalet bakanı Ayelet Shaked, İsrail’in güvenliği için bölgede bağımsız bir Kürdistan devletine ihtiyaç olduğunu açıkça ifade etti. Ayelet Shaked, yaptığı sunumda, bağımsız Kürdistan projesinin İsrail’in Ortadoğu’yu “yeniden şekillendirme” stratejisinde bütünleyici bir role sahip olabileceğini dile getirdi.
Sykes-Picot anlaşmasıyla İngiltere ve Fransa tarafından çizilen bölge haritasında yaşanacak değişiklik, büyük ihtimalle en çok faydayı İsrail ve Washington’un sağlayacağı yeni bir kaos sürecine evrilecek. Tabi mevcuda göre çok daha büyük bir kargaşa oluşturacak bu süreçle birlikte Filistin davası, uluslararası kamuoyunun gündeminde daha da alt sıralara gerileyecek.
(Çeviri: Enes Berat GÜRLER)
KUDÜS HABER