Tuğgeneral Ernie Audino* - Washingtontimes
İskarpin ayakkabılı ve ekose ceketli müzakerecilere Musul sonrası süreçte Irak’ta yer olmadı. Irak, tozlu postalların ve eldivensiz boksörlerin dövüştüğü bir yer oldu. Ağzı iyi laf yapanların değil bileği güçlü olanların sözünün geçtiği yer oldu. İran’ın savaş gücünün sinsice yol katettiği ve toprakları üzerinde fonksiyon itibariyle aslan payını kaptığı Irak, Washington’un tek yönlü ve alternatif geliştirmeden yürüttüğü politikaya Tahran’ın alkış tuttuğu bir yer oldu.
Pratik gerçek şu: Bağdat, Batı’daki Tahran oldu. Bağdat, öyle bir rejimin başkenti oldu ki, bakanlarının büyük çoğunluğu Tahran’dakiler gibi Şii çıkarları için çalışıyor. Desteğini %75’i Şii olan Irak ordusundan ve yaklaşık 110 bin kişilik Şii savaşçıdan müteşekkil İran’ın vekil ordusundan alan bir rejim. Tahran, Irak’ın %60’ına hükmediyor. Tahran’ın bir sonraki adımı Irak’ın Kürt bölgesinde tahakküm kurmak olacaktır. Amerika’nın çıkarı bunu engellemektir.
İşte, Bağdat’tan bağımsız ve Tahran’ın etki sahasından uzak olacak güçlü bir Kürdistan’ı desteklemenin Amerika’ya sağlayacağı 5 önemli fayda.
-
Kürtler olmadan IŞİD, bütünüyle yok olmaz. IŞİD’in yok oluş sürecinde, Kürtlerin oynadığı öncü rol, yadsınamaz. IŞİD’i, Kürtler durdurdu, kuşattı ve gerilemelerini sağladı. 2014’te Irak ordusu kaçtıktan sonra yeniden hazır konuma gelmelerini beklemek için iki yıl nöbet tuttular. Fakat daha sonra Kürt güçler, daha sonra yeniden canlandırılan Irak ordusu tarafından özgürleştirilen Musul’dan tecrit edildiler/uzak tutuldular. Bu arada IŞİD’in başkenti olan Rakka’ya yönelik operasyonlara da Suriyeli Kürtler öncülük etmişti. Nitekim, Kürtler olmadan, IŞİD yenilemez!
-
İdeolojik açıdan bakıldığında da IŞİD, ılımlı Sünni ideoloji olmadan mağlup edilemez. IŞİD’i askeri sahada yenmek başka bir şeydir, ideolojik olarak yenmek başka bir şeydir. Cihadcı ideolojiyi yok etmek zaruridir. Tabi ki bu iki bahis, birbiriyle ilintilidir. Fakat ilk bahisteki askeri süreç, kısa vadeli kinetik bir çabayla sonuçlanabilecek olsa da ikinci bahisteki ideolojik boyut öyle kısa vadede halledilemez. Her iki boyutta da IŞİD’e karşı kazanılacak zafer, Amerika’nın çıkarınadır. Fakat ABD, ideolojik boyuttaki mücadelede herhangi bir rol üstlenemez. Bu iş ılımlı Sünnilerin işidir. Özellikle de Kürtler’in! Çünkü, Kürtlerin radikal İslam’a karşı sergiledikleri direnç, 1952’den beri ortadadır. İlk olarak o tarihte yabancı uyruklu İslamcılar, Kürdistan’ın belli bölgelerine gelip kendi ideolojilerini dayatmaya başlamışlardı. Aradan 65 yıl geçmesine rağmen IŞİD’in kara bayrağı Kürt toprakları üzerinde hiçbir zaman dalgalanmadı.
-
Körfez’deki güç dengesi yeniden kurulacak. Yani İran’ı gücü kontrol altına alınacak ve daha da güçlenmesi engellenecek. Musul’un özgürlüğüne kavuşması önemli bir zaferdi fakat, sonuç itibariyle; ne getirip ne götürdüğü konusunda samimi olmak gerekir. İran, Musul operasyonunda önemli oranda bir vekil güç üzerinden sahada varlık sergiledi ve 2012 yılında ABD’nin Irak’tan çekilmesini izleyen süreçte kazandığı etki gücünü Musul’a kadar genişletmiş oldu. İran’ın şimdiki hedefi, Musul ile Suriye toprakları arasında kalan Kürt toprakları üzerinde kontrolü sağlamak. İran böylece, Tahran’dan Suriye’nin sahil şeridine hatta Lübnan’a kadar fiziksel manada güvenli bir ulaşım ve taşıma yolu tesis etmiş olacak. Batılılar gözlerini Rakka’ya çevirmişken bile Tahran, 15 binlik savaşçı gücüyle Musul’un batısındaki Telafer’de varlığını sürdürüyor; bu bölgede yeni bir üs kuruyor; Sincar’daki Yezidilerle Suriye sınırı konusunda işbirliği geliştirmeye çalışıyor ve IŞİD’in Irak’taki son kalelerinden biri olan Havice’ye operasyon için gün sayıyor. İran, Havice operasyonuna katılacak vekilleri üzerinden Kürdistan’ın güneyindeki Kerkük’e sızma planları yapıyor. Tahran ayrıca, Irak Kürdistan’ındaki istihbarat ve adam devşirme faaliyetlerine 4 milyar dolarlık bir bütçe ayırmayı planlıyor. Sonuç olarak İran, Irak Kürdistan’ına üç boyutlu bir yatırım ve yığınak yapıyor. İran, ileriki süreçte Kürdistan’daki müttefiklerimize bazı şeyleri zorla yaptırabileceği bir pozisyon kuruyor.
-
Müttefiklerimizin demokrasisi güçlendirilecek. Amerikan dış politikasının temel hedefi demokrasi götürmektir. Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde işleyen demokrasi kusurlu bir demokrasidir. Ancak bizimki de düzeltilene kadar kusurlu işliyordu. 1776’da bağımsızlığımızı kazandık ve Anayasa imzalanıncaya dek 13 yıl boyunca her birimiz bir diğerimizle tartışıp durduk. Irak’ın Kürdistan Bölgesi de kusurlarını gidermeye çalışıyor elbette. Zaten bu fırsatı 2003 yılında başlayan bizim işgal operasyonlarımız sayesinde ele geçirdiler. Kürtler, (Saddam’ın yaptığı) katliamın küllerinden doğ(rul)up bölgedeki en barışçıl, en istikrarlı, en demokratik ve en Amerikan yanlısı bölge olmak için uğraştılar. 2003’ten bugüne kadar Kürtlerin kontrol ettiği topraklarda tek bir Amerikalı düşman kurşununun hedefi olmamıştır. (Kürt bölgesi, Amerikan askerleri için her zaman güvenli bir sığınak olmuştur.)
-
Enerji yataklarına erişim devam edecek. Zengin petrol yatakları müttefiklerimizin elinde olacak; düşmanlarımızın kirli pençeleri altında değil. Irak petrol rezervlerinin 3’te ikisinin olduğu topraklara hükmeden İran’ın vekilleri, Kuzey’deki Kürt topraklarının altındaki 3’te birlik kısmın 3 tarafında da ilerleme kaydediyorlar. Irak’ın, OPEC üyesi ülkeler arasında ikinci büyük petrol rezervine sahip ülke olduğu göz önünde tutulduğunda bu hiç de basit bir mesele değildir.
Petrol meselesi niçin bu kadar önemli? Çünkü, kuzeyde her halükarda Türkiye üzerinden pompalanan Kürt petrolü, evvela Ankara’nın sonrasında ise Avrupa Birliği’nin (AB) enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma ve Rusya’nın ekonomik gücüne bir darbe vurma potansiyeli taşıyor. NATO müttefiki olan Türkiye, yıllık petrol ihtiyacının %35’ini yıllık doğal gaz ihtiyacının ise %60’ını Rusya’dan karşılıyor. Avrupalılar da Rusya’ya bir o kadar bağımlı durumdalar. Brüksel’in, 2014 tarihli Enerji Güvenliği Stratejisi’nde bu durumun stratejik bir risk oluşturduğu bu yüzden de birincil hedef olarak, enerji alımlarının Moskova’dan başka yerlere kaydırılması gerekli görülmüştü. Fakat bu arada Rus petrolüne yalnızca Avrupalılar muhtaç değil. Rusların kendisi de muhtaç. Ruslar bu petrolü satmaya muhtaçlar. Çünkü, Rusya’nın ihracat gelirlerinin %70’ini enerji ihracatı teşkil ediyor. Bu da Rusya Federasyonu’nun genel bütçesinin yaklaşık %52’sine tekabül ediyor. Moskova’nın enerji sahasındaki en büyük müşterisi AB. Rusya’nın petrol ihracatının %84’ü, doğal gaz ihracatının da %76’sı Avrupa’ya.
Ortadaoğu’da ABD’ye stratejik terslikler oluşturacak olan güç IŞİD değil; olamaz da! Ama Tahran (ve Moskova), Washington’u Irak’taki çıkarlarından edecek gibi görünüyor.
ABD’nin kararlı desteğiyle güçlendirilmiş bağımsız bir Kürdistan, Tahran’ın niyetlerini bozarak bu gidişatı engelleyebilir. Fakat bunu yapabilmek için bizim de biraz cesur olmamız gerekiyor. Gerçek dünyanın jeopolitiği şahsi çıkarlar üzerine kuruludur ve güce dayalıdır. Bu söz, kulağa pek insanice gelmiyor olabilir hatta yersiz de gelebilir. Fakat büyük milletleri büyük millet yapan, riskler karşısında sabrın tükendiği noktalarda kendilerini tutabilmeleri değildir yalnızca. Aynı zamanda iskarpinli müzakerecileri tozlu ayakkabılar giymiş sert oyuncularla karşılaştığında sergileyebildikleri iradedir.
26 Temmuz 2017
*Ernie Audino, Irak’ın kuzeyindeki Peşmerge’ye askeri eğitim veren ve danışmanlık yapan Tuğgeneral rütbesindeki tek komutan olma özelliğini halen üzerinde taşıyor. Audino, ordudan emekli olduktan sonra, Londra Siyaset Araştırmaları Merkezi’nde askeri uzman olarak görev yapmaya başladı.
(Çeviri: Enes Berat GÜRLER)
KUDÜS HABER