Suriye'deki krizin bitirilmesi noktasında çok daha güçlü bir dış müdahalenin etkili olacağını savunan yazar, Türkiye'nin Afrin operasyonu ile birilerinin tekerine çomak soktuğunu ifade ederek Türkiye'nin artık NATO çatısı altında barındırılmaması gerektiğini ifade ediyor.
Siyonist kimliğiyle de tanınan Fransız yazar, Suriye'de gelinen süreçte Hizbullah'ın elde ettiği kazanımların İsrail'i çok ciddi şekilde tehdit ettiği itirafında da bulunuyor.
Suriye'deki insani krizi dış müdahaleye bahane kılmak isteyen yerli ve yabancı solistlere adeta koro şefi olarak ses veren Bernard Henry Levy'nin "Suriye İçin Ağıt" başlıklı makalesi şu şekilde.
"Suriye İçin Ağıt"
Bernard-Henri Lévy – Le Point
Doğu Guta’da ateşkesler ve buna bağlı olarak ihlaller bitmeyecek.
Birleşmiş Milletler’de Fransa’nın bin bir güçlük ve emekle ortaya koyduğu girişimler sayesinde daha çok sayıda karar çıkacak ve Rusya umarsızca bu kararları yok sayacak.
Çok sayıda çocuk boğulmaya ve halen yaşam kıvılcımlarının olduğu az sayıdaki mahalleye klor gazı atılmaya devam edecek.
Daha fazla uçak ve daha fazla tank o büyük ve kirli işi bitirmek için var olacak. Sonra diğer uçaklar. Yıkıntıların arasında sürüklenen çok daha fazla kanlı beden olacak sonra. Hiç gelmeyeceğini bile bile cansız gözlerindeki yalvaran bakışlarla kurtarılmayı bekleyen çocuklar sonra.
Eee… Sonuç? Nereye kadar bu hırçın felaket?
Bu genel gidişat cehenneme mi?
Mezarlığa dönmüş şehirlerin manzaralarına bakmaktan vaz mı geçti izleyiciler?
Bunca suç cezasız mı kalacak?
Her katliamdan sonra alaycı tiplerin “Esad’la diyalog! Esad’la diyalog!” cümlelerini daha ne kadar duyacağız?
Bu grup utanma duygusundan yoksun olduğu için, dost bildikleri Esad’ın sarayda kalabilmek için arsızca ceset yığınlarının üzerinde debelenmekten başka bir niyeti olmadığı için ve öfke duygusu artık bu korkunç kabus karşısında hiçbir amaca hizmet etmediği için otoritenin bu yedi yıllık istismarının sonuçlarını yeni bir özet şeklinde sunmak zorundayız:
1. Koca bir ülke yıkıldı ve parçalandı…
2. Palmira gibi insanlık mirası değerler yerle bir edildi ve enkaza döndü…
3. Rus vetolarıyla felce uğrayan Birleşmiş Milletler, bu katliam karşısında aciz kaldı ve her zamankinden çok daha fazla itibar kaybetti.
4. Son yıllarda küçük ilerlemeler kaydeden (sivilleri koruma sorumluluğu, müdahale hakkı ve sorumluluğu gibi) uluslararası insani hukuk anlayışı, Humus’ta, Halep’te ve şu günlerde de Guta’da sergilenen (yerleşim yerlerine kimyasal gaz atılması, sivil nüfusun yaşadığı bölgelerin ağır bombardımana tutulması, hastanelerin hedef alınması ve acımasız işkencelere başvurulması gibi) sistematik ihlallerin cezasız bırakılmasıyla korkunç bir gerileme gösterdi.
5. Seri katil Beşar Esad, her zamankinden daha güçlü… Büyük ve saygın ulusların kaçınılmaz bir muhatabı ve müttefiki olarak Pensilvanya ya da Champs Elysees meydanlarına geri dönecek. Süslü ve çocuksu maske ile kaplı yüzünde acımasızlığına dair hiçbir iz yok mu?
6. Gezegende bir yandan yaşananların neyle sonuçlanacağını bekleyen ve yeni katliamlar için pusuya yatmış olan potansiyel Esadlara verilmiş bir olan pis bir ruhsat: “Artık bizim sıramız” diye söyleniyorlar. “Artık kendi halkımızı katledebiliriz” diye mırıldanıyorlar.
7. İkinci Dünya savaşından beri en büyük iç göç yaşanıyor: 6 milyon insan, kadın, erkek, çoluk çocuk ülkesinin sokaklarında biçare dolaşıyor.
8. Aynı şekilde milyonlarca kişi eşi benzeri görülmemiş insan seli halinde Türkiye, Lübnan ve tabii ki Avrupa’ya akıyor. Oturduğumuz yerden iki yüzlü bir biçimde “göçmen sorunu” diye adlandırdığımız şeyin asıl kaynağı işte bu!
9. İşte bu sorun karşısında Avrupa, zorunluluk ve erdem arasında popülist şeytanlıklar ve geçici kısmi çözümler kovalamakta.
10. Amerika’nın itibarı sarsıldı, otoritesi çarçur edildi. ABD’nin görkemi, unufak olmuş şehirlerin dumanı ve tozları arasında yok olup gitti. ABD’nin bu kaybı, sadece Trump’ın koltuğa oturmasından bu yana yapmadıklarıyla ilgili değil. 2013 yılında Obama’nın kırmızı çizgi çekip Esad’a tehditler savurmasıyla başlayan bir süreç. Esad bu çizgiyi geçtiğinde hiçbir şey yapılmamasıyla, Esad’a vurulmamasıyla hatta onu devirmemekle alakalı bir süreç.
11. İran, işini hızlandırdı ve Bağdat’tan Beyrut’a ve ötesine uzanan Şii hilali rüyasını gerçekleştirdi.
12. İsrail, uzunca bir süredir görmezden gelinen sınırda kamp kurmuş hazır kıta bekleyen bir Hizbullah tarafından ciddi şekilde tehdit altında.
13. Batı tarafından yüreklendirilen Türkiye de açıklanamayacak bir biçimde harakiriye girişti… Bu şartlarda niçin geri durmadı? Bugün Afrin’de, yarın başka bir yerde, birilerinin avantajı ele geçirmesine niye karşı çıkıyor? Niçin bu neo-Osmanlıcılar NATO çatısı altındaki en uysal ve en sadık müttefiklermiş gibi durmaya devam ediyorlar?
14. Ve tabii ki Putin… sıcak denizlere inme hayalini gerçekleştirirken bölgesel dengenin garantörü olarak kendisini barışın ve çözümün hükümdarıymış gibi sunmayı ihmal etmiyor.
15. Son olarak ise radikal İslam. IŞİD, Nusra, Horasan, Ahrar, Jund al-Aqsa, el-Kaide… Aynı barbarlıklar sergileyen daha nice isim. Tüm bu barbarlıklar içinse tek bir yuva: Suriye. “Esad ile cihad arasında seçim yapmalıyız. Esad’ın arkasında durmalıyız çünkü o bir kale”. Eee.. Sonuç? İstendiği gibi olmadı çünkü, Şam rejimi, ilk günden beri demokratik muhalefetin üzerin zorbaca yüklenirken radikal isimleri hapishanelerden salıveriyordu. Hem Esad hem cihadla karşı karşıya kalmış olduk. İki kat ceza, iki kat savaş… Kıyametin iki canavarı birbirlerini yiyip bitirmekten öte beslemekteler. Tabi rezil anlaşmalarını ört bas etmek için savaşıyormuş gibi yapıyorlar.
Hedeflerinin tamamına ulaşamayan müdahalelerin bedelini sorgulamak moda haline geldi. Fakat gerekli müdahale, olması gerektiği zamanda gerçekleşseydi bu kadar kan akmayacak bu kadar felaket yaşanmayacaktı.
(Çeviri: Enes Berat GÜRLER)
KUDÜS HABER