Samiri Olmak Sana mı Kaldı, Faize

 

13 Ocak 2022
Samiri Olmak Sana mı Kaldı, Faize

SAMİRİ OLMAK SANA MI KALDI, FAİZE!

Nureddin Şirin

Kur’an’da İsrailoğullarının ilahi risaletten nasıl saptırıldığını öğrendiğimizde karşımıza çıkan kişiye “Samiri” denir; bir tarafta Musa Kelimullah, diğer tarafta ise Samiri.

Samiriler tarih boyu hiç bitmedi bitmeyecek, bugün de var ve yarın da olacak! Pak fıtratlar ve özgür insanlar bu Samirileri tanıdıkça da, hak cephesinin yaşadığı zorlukları, karşılaştıkları imtihanları çok daha iyi anlayacak..!

Maksadım İsrailoğulları serüvenini anlatmak değil, oradan aldığımız bir örneği günümüze taşıyarak, karşılaştığımız Samirilerin nasıl oyunlar oynadığını, küresel istikbar ve Siyonizm putu karşısında nasıl çoraplar ördüklerini kavramaktır.

Bizler Türkiye’den İslam İnkılabı ve bu inkılabın evrensel hedefleriyle yüzleştiğimizde Kur’an’daki enbiyaullah’ın risaletini hatırlamıştık öncelikle. Ve bu inkılab ile birlikte kırk yıldan fazladır, hep samirileri gördük karşımızda…

İşte bugün bu Samirilik rolüne bürünmüşlerden biri de Faize Rafsancani adlı hanımdır. Öyle ki kendinden ziyade daha çok babasıyla anılan, ondan dolayı da sözlerine, adımlarına bir değer yüklenmek istenen bir hanım.

İslam devrimi yüzleştiği tüm tuzak ve komplolara, uğradığı her çeşit abluka ve yaptırımlara rağmen bu devrimin evrensel hedeflerine sıkıca bağlılığı onu içten dıştan ve çevreden ihanet ve saldırılarla karşı karşıya bırakmaktadır. Zaten bu tarihin değişmez kuralı ve denklemidir; hakk yolda sebat ettikçe saldırılar da sürecek, bedeller de ödenecek, kurbanlar da verilecektir.

Hz. Seyyidüşşüheda’yı ayağa kaldıran, Kerbela’ya taşıyan, en azizlerini kucağında kurban verip kendisini de “büyük kurban” olarak tarihe yazdıran sebep neydi? Hangi hedefleri gözetmiş, hangi çıkarların peşinde olmuştu? Niye haykırmıştı “zillet bizden uzaktır” diye? Niçin çağırmıştı kılıçları, “gelin alın beni” diyerek... Asgar’ının kanlı kundağını niçin kaldırmıştı insanlığın gözleri önüne? Tarih bu bebeğin niçin kurban verildiğini unutmasın diye..!

İşte Putkıran Ruhullah’ın ayağa kalkışı da aynı sebeptendi. Kendisiyle birlikte olanlar, devrim yolculuğuna yoldaş olanlar bunun için onunla birlikte oldular; bedelini bile bile beraber yürüdüler. Zindanlar, işkenceler, cinayet ve katliamlar yaşandı durmaksızın. Ama putkıran Ruhullah ne kurban vermekten çekinmişti, ne de kurban olmaktan kaçınmıştı.

Onun ceddi ile misakı vardı; onun Kerbela ile bağı vardı, onun Ümmet ile, Kudüs ile yanan bir derdi vardı. Onun yüreğinde yeryüzünün mazlum ve mahrumları, yalın ayaklı mustazafları vardı. Onun İslam nizamı gibi bir davası, istikbar ve siyonizmle bitmeyen bir kavgası vardı…

“Küfür ve şirk var oldukça biz de var olacağız, biz var oldukça da mücadelemiz devam edecektir. Bin parçaya da ayırsalar bedenlerimizi yine zulümle savaşmaktan el çekmeyeceğiz” diyordu…

Ve imam en yüksek sesle haykırıyordu: “Ey dünya Müslümanları İslam’ın yardımına koşun! Ey dünya Müslümanları, hükümleri vesayet altına alınan Kur’an’ın yardımına koşun! Ey dünya Müslümanları, kendi topraklarında zulme uğrayan mazlum Müslümanların yardımına koşun!” diye feryad ediyordu…

Ki o feryatları hemen önünde kulaklarımla işitmiştim ve hala yankılanıyor kulaklarımda…

Putkıran Ruhullah bütün dünyaya İslam’ın, ümmetin, mahrum ve mazlumların haklarının nasıl savunulacağını, ceddi Resulüllah gibi karnına taş bağlayarak gösteriyordu. Onun gözünde ne mevki, altında ne de bir koltuk vardı. Sofrasında ise, çörek ve çorba…

Bütün dünya, Filistin ve Kudüs denilince İmam Humeyni’nin nasıl akla geldiğini bütün bir ömür boyu gördü ve hala bu canlılık artarak devam ediyor. Çünkü İmam Humeyni bu inkılabın en temel hedefinin bu kanser uru Siyonist rejimin yok edilmesi olduğunu güçlü ve sarsıcı bir şekilde ortaya koymuştu. Çünkü bu kanser urunun ortadan kaldırılması hem Kur’an’ın bir vaadi, hem de özgürlerin bir ahdi idi. Bu rejim sadece Filistinliler adına değil, tüm ümmet ve tüm insanlık adına, bölgemizin ve dünyamızın barış, güvenlik ve esenliği adına ortadan kaldırılmalıydı. Bu sadece Filistinlilerin bir görevi değil, tüm ümmetin vazifesi idi. İşte Putkıran Ruhullah bu büyük hedefin gerçekleşmesi için pak fıtratlı özgür tüm insanların önüne bir hedef koydu ve İslamî İran’ın tüm imkanlarını da buna memur kıldı…

Burada bir anımı paylaşmak istiyorum.

1992 yılının Temmuz ayıydı. Uluslararası Vahdet Konferansı dolayısıyla İran’a gelmiş ve konferansa katılmıştık. Konferansın bitiminden sonra kapanışı Behişti Zehra’da İmam Humeyni’nin kabrinin yakınında bir baraka da yapılacaktı ve oraya gittik.

Barakaya girdik ve biraz sonra merhum Seyyid Ahmed Humeyni de geldi. Ondan önce çeşitli konuşmalar yapılmıştı. Özellikle, Lübnan’dan gelen direniş liderlerinin yaptıkları konuşmalar ve verdikleri bilgiler epey etkilemişti bizi.

Ardından Merhum Ahmed Humeyni konuşmaya başladı ve önemli açıklamalarda bulunacağını belirterek, herhangi bir ses kaydının yapılmamasını istedi…

Yaptığı konuşmanın bir yerinde Rahmetli İmam Humeyni’nin bir sözünü aktardı ve arkasından kendisi şöyle ilave etti:

“İmam, ‘ben yaşadıkça bu nizamın liberallerin eline geçmesine izin vermeyeceğim’ sözünü niçin dediğini biliyor musunuz? İmam burada hangi liberalleri kastediyor, biliyor musunuz? İmam’ın bahsettiği bu liberaller gece namazlarını dahi kılan kişilerdir. Ama bunlar ‘önce İran’ diyorlar. “Bizim için İran’ın çıkarları önceliklidir” diyorlar. İmam ise bunlara karşı “hayır önce İslam! Bizim için önemli olan İslam’ın çıkarlarıdır” diyordu. İşte İmam’ın bahsettiği liberaller bunlardır ve bundan sebep onlarla kavgalıdır…”

Merhum Ahmed Humeyni’nin anlattıklarının bir kısmını aktardım, zaten diğer bölümlerin saklı kalmasını özellikle kendisi istemişti. Şu kadarını aktarayım ki, Rahmetli İmam, İslam’ın, Müslümanların ve İslam topraklarının savunulması için dünya Müslümanlarından her alanda gereken her tür hazırlığı yapmalarını, İran’ın da bu yolda her türlü yardım ve desteği sunacağını ve hiçbir şeyden de çekinmeyeceğini söylüyordu. Afganistan işgali döneminde Sovyet Rusya’ya karşı nasıl bir öfke içinde olduğunu sarsıcı cümlelerle yansıtmıştı…

Yazıyı uzatmak da istemiyorum…

Merhum Ahmed Humeyni’nin orada dile getirdiği ifadelerinden de açıkça anlaşılan o ki, bugün “direniş cephesi” diye tanımladığımız misyon ve aksiyonun planlayıp programlayanı bizzat İmam Humeyni idi. Öyle ki Putkıran Ruhullah bu direniş cephesinin tüm esas ve programlarını belirliyordu. Ve İmam’ın programı içerisinde, direniş cephesinin birinci stratejik hedefi kanser uru olan Siyonist rejimin tamamen ortadan kaldırılmasıydı…

Bu gerçeği o dönemde herkes biliyordu, Rafsancani ailesi de biliyordu, Faize hanım da biliyordu. Putkıran Ruhullah’ın Amerikan emparyalizmi ve siyonizm karşısındaki duruşunun arizî politik ve taktik bir duruş olmadığını en iyi bilenler içinde onlar da vardı. İmam Humeyni’nin “çıkarlarlar/dostluklar/düşmanlıklar” denklemini nasıl kurduğunu en çok onlar da biliyordu.

Putkıran Ruhullah bu hedefini bir akide davası olarak ortaya koymuştu, onun için “libarellere yol vermeyeceğim” diyordu. Onun için İran çıkarları, İslam’ın, ümmetin, mazlumların çıkarları için oldukça anlam taşırdı ancak. Öyle ki İmam, Filistin ve Kudüs’ün terkedilmesi, istikbar ve siyonizme karşı kavganın bitirilmesi pahasına gelecek olan her türlü menfaati elinin tersiyle itiyor, bundan dolayı da “istikbar ve siyonizmle normalleşme” anlamına gelecek her türlü uzlaşmayı da ayakları altına alıyordu…

Ama İran içinden ve devrimin çocukları diyebileceğimiz nesil içinde de, Rahmetli İmam’ın kırdığı putların parçalarını tekrar toplayıp Babasının isminin gölgesinde kendince siyasi muhalefet yapmaya çalışan Faize hanım, Rahmetli İmam’ın planlayıp kurduğu direniş cephesine de, bu cephenin sütunları ve hedeflerine de, bu cephenin liderleri ve komutanlarına da bel altı dirsek atmaktan da geri durmuyor..!

Putkıran Ruhullah’ın yolunu sürdürme azim ve karlılığı içinde olan direniş cephesinin her taraftan saldırı ile karşı karşıya kaldığı bir dönemde, küresel ve bölgesel saldırganların ve hainlerin değirmenine su taşıyan Faize hanım, yaptığı açıklamalarla, emperyalizm ve siyonizmin İslam dünyası üzerindeki vesayet ve işgaline direnenlere karşı husumet içinde salvolar çekiyor ve büyük şeytan ve siyonizme karşı beyaz bayrak çekip insanları, yeni putların etrafına toplanmaya çağırıyor…

Bu genel tanımlama birilerine hem şaşırtıcı hem de ağır itham olarak gelebilir. “Haşimi Rafsancani’nin kızı mı bunu yapıyor, nasıl olabilir?” diye hem şaşkınlığını hem tepkisini dile getirebilir.

Evet ne yazık ki, öyle.. işte babasının gölgesinde oyun oynayan Faize Rafsancani bunu yapıyor…

Faize Rafsancani’nin “direniş cephesi ve liderliği”ne karşı belaltı vuruşlarının sebebi, Siyonist rejim karşısında zihinlerde oluşturmaya çalıştığı yeni siyasi akımın meşrulaşmasını ve yerleşmesini sağlamak…

Birkaç örnek verecek olursak;

Faize hanım diyor ki; “İsrail’e karşı düşmanlığımızı bırakmalıyız, tutumumuzu değiştirmeliyiz. Bizim için önemli olan İran’ın çıkarlarıdır.”

Yaptığı konuşmalar ve attığı adımlarla sürekli İslam devrimi düşmanlarının heybesini dolduran Faize hanım, yine aynı şekilde 8 Ekim 2000 tarihli “Radio Ferda’da yayınlanan açıklamasında “İran İsrail’e karşı yaklaşımını değiştirmelidir” başlığı altında şunları söylüyor:

“Evet İsrail Filistin’i işgali etti ve Filistinlilere zulmetti. Ama İran dünya sahnesindeki yerini güçlendirmek için milli çıkarlarını gözeterek siyasetini güncellemelidir. İran’ın öncelikli hedefi kendi ulusal çıkarlarını gözetmek, kaynaklarını ve halkının haklarını korumaktır. BU İran’daki nizamın en önemli görevi olma durumundadır.”

Faize Rafsancani’nin bu çıkışı üzerine devrim karşıtları hemen ileri çıkarak şunu yazıyorlar:

“İran’da monarşi rejiminin yıkıldığı 1979 yılından itibaren İslam Cumhuriyeti İsrail’in var olma hakkını reddetmekte, onu Kudüs işgalcisi gasıp bir rejim olarak tanımlayıp Filistinlilerle dayanışmanın önemine dikkat çekmektedir. İslam Cumhuriyeti’nin şimdiki rehberi Ayetullah Ali Hamanei de, İsrail’in yakın zaman içinde ortadan kalkacağını söylemektedir.”

İslam devrimi düşmanlarının dikkat çektiği nokta, 1979’dan beri İslami İran’ın Siyonist İsrail rejimi karşısında bu değişmeyen tutumuna rağmen Faize Rafsancani gibi isimlerin çıkarak açıkça bu cüretli çıkışları yapması. Yani, onların umutları yeşermekte, direniş cephesinin Siyonist rejimle mücadelesinin bitebileceği hayalleri zihinlerinde oluşmakta.

Faize Rafsancani, İslami İran’ın siyonist rejime karşı duruşunun değişmesini savunurken yaptığı tezvir ise, bambaşka bir hilebazlık.

Diyor ki: “Çeçenler Rusların, Uygurlar da Çin’in baskısı altında. Aynen Filistinlilerin İsrail’in baskısı altında olması gibi. Rusya ve Çin ile ilişkilerimiz var ve onlara tavizler de veriyoruz.” Buradan da örtülü olarak şunu söylüyor: “Eğer ülkemizin çıkarları adına Çin ve Rusya ile ilişki kuruyorsak, o zaman İsrail ile de ilişki konusunda da milli çıkarlarımızı gözetmeliyiz.”

Sözü körfez rejimlerinin Siyonist rejim ile normalleşme adımlarına getiren Faize Rafsancani, Birleşik Arap Emirlikleri ile Bahreyn’in İsrail ile normalleşmelerinin Filistinlilerin yararına olduğunu savunarak şunu söylüyor:

“İsrail Birleşik Arap Emirlikleri’nin şartını kabul etti ve Filistin topraklarındaki ilhak ve yayılmacılığını durdurdu.”

Faize Rafsancani, Siyonist rejimle ilişkiler noktasında bu aykırı çıkışlarını babası Haşimi Rafscancani’ye nispet ederek şunu söylüyor:

“Babam, nerede çıkarımız olursa ona göre hareket etmemiz gerektiğini savunurdu.”

İşte şimdi bir kez daha “Ben yaşadıkça liberallerin bu nizamı ele geçirmelerine müsaade etmeyeceğim” sözünü bütün benliğimizle, bütün minnet ve hissiyatımızla derk ediyoruz…

“Önce İslam” diyenlerle, “Önce İran” diyenlerin derin ve keskin farkı…

Faize Rafsancani’nin, “İran’ın İsrail karşısındaki tutumu değişmelidir” sözlerinin yayınlandığı gün Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail dışişleri bakanları Almanya Berlin’de Holocaust Anıtı’nı birlikte ziyaret ederek ilk yüze görüşmeyi yapıyorlardı…

Faize hanımın kimlerin elinde bir enstrüman haline geldiğini dert etmesini beklemiyoruz kendisinden. Zira kendisi İslam devriminin temel esaslarının, Putkıran Ruhullah’ın temel siyasetinin terkedilmesini savunacak kadar kişiliğini yitirmiş durumda…

Zaten bundan dolayı direniş cephesini itibarsızlaştırma noktasında yaptığı çıkışlar, devrim ve direniş karşıtlarıyla aynı orkestrada şarkı söylemesi kendisinin kişiliğini ortaya koymakta…

Sadece kendisini Samiri’ye benzetmiş durumda… Putkıran Ruhullah’ın kırdığı o meşum putların parçalarını toparlayıp yeni cilalı heykeller yapmanın, siyonist rejimle ilişkilerde yeni kapılar açmanın peşinde... Onun için Liberman’dan Neteneyahu’ya, Trump’tan Biden’e kime ne kadar benzediğini dert edecek durumda değil. Onların ağızlarıyla konuşması ve onların kavallarını çalması da onun kişiliğine aykırı değil..

Belki de onun en çok zoruna giden, “babam da kendisine karşıydı” dediği Şehid Serdar’ın cenazesinde bütün İran şehirlerinin mahşeri kalabalıklarla onun arkasından sel olup akması olmuştu…!

Kendilerinden hayırdan başka bir şey görmediğimiz azizlerimize, yiğitlerimize selam, İslami İran ve inkılabın en şedid düşmanlarından takdir alacak kadar alçalan Müslüman kılıklı Samirilere ise yazıklar olsun…

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.