Hamanei: Trump Amerika'nın Gerçek Yüzünü Gösterdi
BATI ASYA, 09 Şubat 2017 16:10İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamenei, Hava kuvvetleri komutanlarına hitaben yaptığı konuşmada, ABD'nin yeni başkanı Donald Trump'ın Amerika'nın gerçek yüzünü ortaya koyduğunu söyleyerek Amerika'nın tehditlerinden korkmadıklarını belirtti.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei'nin konuşmasının tam metni
Bismillâhirrahmânirrahim
Hoş geldiniz aziz kardeşlerim, İslam Cumhuriyeti Hava Kuvvetlerinin emekçi faal ve güzel şöhretli personeli.
Bu merasim, kelimenin tam anlamıyla, İslam Cumhuriyeti Hava Kuvvetlerinin itibarının gereğidir. Marş grubuna okudukları anlam dolu şiirlerden ve icra ettikleri programdan dolayı çok teşekkür ediyorum.
Evet biz, yıllardır son derece önemli olan 19 Behmen 1357 olayı münasebetiyle toplantı düzenliyoruz, çeşitli konularda konuşuyoruz. Fakat konu, -kelimenin gerçek anlamıyla- konuşmakla bitebilecek bir konu değildir. Bu konuda birçok şey söylendi; ancak hala söylenecek çok şey var. Şairin deyimiyle “Yârin zülfüne dair bir ömür söz söylenebilir.”
19 Behmen 1357 olayı, belirleyici bir olaydı. Tâğut rejimi dönemindeki Hava Kuvvetleri, aslında o dönemdeki ordunun, Amerikan politikalarına bağımlı tâğut sistemine en yakın bölümüydü. O dönemde ordunun hiçbir bölümü, tâğut rejimi açısından Hava Kuvvetleri kadar güvenilir ve umut verici değildi. Tâğut rejimi işte bu bölümden en ağır darbeyi yedi. Bahsettiğim ağır darbe, kelimenin gerçek anlamıyla ağır darbeydi; yani ordunun kurduğu o düzene, ordu için yarattıkları o atmosfere ağır darbeydi. Bir anda işte bu ordunun bir bölümü, -üstelik onların onca güvendiği hassas Hava Kuvvetleri bölümü- geldi ve devrimin İmamına ve rehberine biat etti. Gizlice değil; gün ortasında, açıkça ve kimlik kartlarını havaya kaldırarak!
Ben, oradaydım; onların İmam’ın ikamet ettiği okula doğru gelmekte oldukları İran caddesinde, bölük bölük birbiri ardınca hareket ediyorlardı, kimlik kartlarını havaya kaldırmış olarak sloganlar atıyorlardı. Çok müthiş bir olaydı. Adeta “Ama Allah, onlara beklemedikleri bir yerden geldi” (Haşr Suresi: 2) ayetini tasdik ediyorlardı. Tâğut rejimi hiç hesap etmediği bir yerden darbe yemişti. Onlar kendi hesaplarınca tek bir şey hariç, her şeyi mümkün ve muhtemel görüyorlardı. İşte o en uzak ihtimal gerçekleşti. Yani o dönemin ordusunun hava kuvvetleri, o bağımlı komutanıyla, eğitim, araç gereç vs. gibi türlü bağımlılıklarıyla ansızın halkın safına geçti ve devrimin rehberi olan İmam’a biat etti. Bu, müthiş bir darbeydi. Bunu beklemiyorlardı. Biz de beklemiyorduk, yani bu saftaki devrimciler de böylesi bir şey beklemiyordu. Bu gerçekten hesap edilmeyen bir yerden rızıklanmaktı. “Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, (Allah) ona bir çıkış yeri nasip kılar. Ve hesap etmediği bir yerden onu rızıklandırır.” (Talak Suresi: 2-3)
Bazen, insana hiç ummadığı, hiç hesap etmediği bir yerden bir yardım, bir meded, bir nefes ve bir kan ulaşır. Bu bizim cephe için de hesaplanmayan bir rızıktı. Bizler hesap etmiyorduk. Yani bizim hiçbirimizin, İran halkının, devrimcilerin ve İmam’ın zihninde, ordunun içinden birilerinin bize katılabileceği yönünde bir hesabı yoktu.
Elbette benim daha önceden Meşhed’de, ordudan çok az kişiyle dostça ilişkilerim vardı. Onların bizimle aynı görüşte olduklarını biliyordum. Tahran’daki ordudan bazıları da bizim bazı arkadaşlarımızla irtibattaydı. Ancak böylesine büyük bir grubun, böylesine büyük ve açık bir hareketle ortaya çıkmaları, gerçekten hesap edilmeyen bir rızıktı ve daha önce hesaplanmış bir şey değildi.
Evet, buradan bir ders alalım. Hesap edilmeyen rızkı, her zaman hesaplarınızda genel olarak göz önünde bulundurun. Aklî ve maddî hesaplamaların etkili olduğu doğrudur, bundan hiç şüphe yok. İslam’ın hiçbir öğretisi bize akılcı hesaplamalar yapmayın, maddî ve düşünsel hesaplar yapmayın demiyor. Hayır, tabii ki hesaplar yapmak gerekiyor. Ama bir yerde de hesapları maddî meselelerin ötesine bırakın; insan aklının ötesine… İşte bu, hesaplanmayan rızıktır. Bu, hesapta olmadığı halde bize ulaşan şeydir. Bu, bizim tüm hesaplamalarımızda vardır. İnananların cephesinin tüm işlerinde bunu göz önünde bulundurmak ve onu beklemek gerek.
Şöyle dua ediyoruz: Ya men izâ tedâyagati’l-umûra feteha lehâ bâben lem tezhebe ileyhi’l-evhâm.
İşler düğümlenince, zahiri hesaplar çıkmaza girince, bazen Allah öyle bir noktadan bu çıkmaza bir yol açıyor ki “lem tezhebe ileyhi’l-evhâm”; insan hayali ve düşüncesi ona asla ulaşamıyor. Böylesi bir şey vardır ve bunun bir örneği de İran’a dayatılan 8 yıllık savaştır.
İran’a dayatılan savaş öyle bir dönemde başlamıştı ki, biz imkanlar açısından, güç sayısı bakımından, örgütlülük ve organizasyon açısından saldırgan Irak Baas rejimi karşısında çok çok gerideydik. O, hazırdı; teçhizatları düzenliydi; örgütlülüğü sağlamdı. Ordusu da malumdu, hem hava hem de kara kuvvetleri hazırdı. Hava savunması, lojistiği, mühendisliği, her alanda hazırlıklıydı.
Fakat bizim tüm bu alanlarda sorunlarımız vardı. Tüm teçhizatlarımız arızalıydı. Hem insan gücü açısından, hem mühendislik açısından, hem lojistik açısından ve hem de araç ve organizasyon açısından sorunlarımız vardı.
Bu 19 Behmen toplantılarından birinde, bizim Hava Kuvvetleri komutanımız bana, kullanılabilecek durumdaki uçaklarımızın listesini verdi. Ve dedi ki, en fazla 17-18 gün içerisinde uçabilen tüm araçlarımızın uçuşu kesilecek ve bitecek; çünkü parça gerekiyor. Sonuncusu da C-130’du. Birinci, ikinci ve üçüncü günlerde F-5, F-4 ve F-14 ve benzeri uçaklar, yavaş yavaş envanterden çıkarılıyordu. Örneğin 15. veya 20. güne gelindiğinde, sadece C-130’lar kalıyordu, onlar da nakliye uçaklarıydı. O dönemde bizde bu uçaklardan bir miktar vardı. O dönemde bu atmosferi düşünüyordum, ama “bir kapı açıldı”; ve bizim hava kuvvetlerimiz savaşın sonuna kadar etkindi.
Aklın hayalin almadığı bir kapı açıldı. Hesaplanmayan rızık işte budur. Bunu hesaplarınızda daima göz önünde bulundurun.
Eğer inanıyorsak, eğer Allah’a tevekkülün yanı sıra akılcılığı da kullanıyorsak, o zaman bu kapı bize açılacaktır. Tabii ki akılcılığı bırakmayacağız. Tabii ki maddî hesaplamaları bırakmayacağız. Bunların tümü gerekli. Biz de bunu sürekli vurguluyoruz. Ama bütün bunların yanında ilahî yardım için de bir yer açın; Allah’a tevekkül ediyorsak, ona umut bağlıyorsak. Devrimin başından bu güne kadar geçen 37-38 yılda devrimin tüm meseleleri böyleydi. Biz her zaman Allah’ın yardımlarına tanık olduk. Şimdi İran İslam Cumhuriyeti Hava Kuvvetleri konusunda birkaç cümle daha söyleyeceğim ve daha sonra konuya geleceğim.
Hava Kuvvetleri, bu olaydan sonra da güzel sınavlar verdi. Geriye giderek baktığımızda şunu görüyoruz: Dayatılan savaştan önce düzenlenen ve hava ve kara kuvvetleri ile sivil unsurların aslî rol oynadığı askerî darbenin etkisiz kılınması, bir hava kuvvetleri subayı sayesinde oldu. O, bir pilottu ve gelip durumu bana anlattı. Sistem bilgilendirildi. Hemedan’daki Şehit Noje Askeri Üssünde gerçekleştirilmesi planlanan büyük bir hareket, Tahran’a ve diğer yerlere yayılacaktı; ama bahsettiğim Hava Kuvvetleri subayı bu darbe girişimini ortaya çıkardı. Ben bunu unutmuyorum. Devlet, bu yardımı, bu büyük hizmeti unutmuyor.
Ordudaki yedek parça üretim cihadının başladığı ilk yer, Hava Kuvvetleriydi. Daha önce Hava Kuvvetlerinde onarım ve üretim yoktu. Bizim teknik ekiplerimizin karmaşık araç gereçleri tanımasına izin bile vermiyorlardı. Hava Kuvvetlerinde yedek parça üretim cihadı, cihad adı verilerek başlatıldı. Bu, Hava Kuvvetlerinin girişimi ve işiydi.
Dayatılan savaş sırasında daha ilk gün millete moral ve umut veren, Hava Kuvvetlerinin uçuşlarıydı. Ben o dönemde milletvekiliydim. Meclise giderek onların uçuşlardaki sortilerinin sayısını rapor ettim. Hepsinin hayretten ağzı açık kaldı. Haber yayımlandı ve tüm ülkede halk bundan haberdar oldu.
Hava Kuvvetlerinin hizmetleri bugüne kadar hep böyleydi. Gerek ordunun, gerekse Devrim Muhafızlarının yaptığı operasyonlarda, özellikle de büyük ve önemli işlerin yapıldığı Velfecr-8 ve Kerbela-5 gibi önemli operasyonlarda, ordunun hava kuvvetlerinin belirleyici bir rolü oldu.
O dönemde bir hava savunma subayı olan merhum Şehit Settari, Velfecr-8 operasyonunda o kadar hızlı ve ciddiyetle çalıştı ki, düşman da dahil herkes şaşırmıştı. Çünkü bir sürü uçak düşürmüştü.
Hava Kuvvetleri onurumuzdur. Siz hep çalışmaya devam ettiniz. Çalışın aziz gençler, çalışın; düşünün, hareket edin, adım atın, boşlukları doldurun, yönetimi güçlendirin. Hava Kuvvetlerindeki üretim olabildiğince artsın. Ben sizin sıkıntılarınızı biliyorum. Sizin sıkıntılarınız ülkenin sıkıntılarıdır. Bu sıkıntıları ve bu boşlukları kendi yüksek insani çabalarınızla, kendi bilginizle, kendi takvanızla, Allah’a tevekkül ve umudunuzla doldurun. Bunlar yapılabilir. Nitekim bugüne kadar birçok şeyler yapıldı.
Evet, hesapta olmayan rızıklar getiren Allah’a tevekkül ve Allah’a umut bağlamanın formülü nerededir? İnsan Allah’a tevekkül ve umudun yanı sıra akılcılığı da kullanırsa olur; aksi durumda olmaz. Eğer biz akılcılığı şeytanlara güvenmenin gölgesinde kullanırsak, o zaman tersi olur. Mübarek Nur suresinde şöyle buyruluyor: “Onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz.” (Nur: 39) Şeytanlara umut bağlamak böyledir. Maddî ve şeytanî güçlere umut bağlamak, böyledir. Akılcılık, tedbir, her alanda akıllıca hareket etmek, diplomaside, ülke meselelerinde ülke idaresinde, bilimde, endüstride vs. gerekli olan şeylerdir. Ama şeytanlara güvenmek, sizin varlığınıza karşı olanlara güvenmek büyük bir hatadır. İslam Cumhuriyetinin varlığına, İslam’ın güçlenmesine tahammül edemeyenler kabul edilemez, onlara güvenilemez. Onlara umut bağlanamaz. Bu bir seraptır. Allah’a tevekkül ederseniz, hesaplanmayan rızık vardır. Eğer şeytanlara güvenirsek, “Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz.” Bu, tek tek hepimizin, her zaman zihnimizde olması gereken bir sözdür. Bu sözün tek tek tüm İran halkının zihninde olması gerekir. Çaba gösterin, çalışın, girişimde bulunun, Allah vergisi olan gerçek güçlerinize dayanın, sahaya çıkın, Allah’a tevekkülle ve onun yardımına umut bağlayın; o zaman Allah size yardım edecektir. Ama eğer oturup şeytandan, hem de büyük şeytandan gelip size yardım etmesini beklerseniz, sonuç şu olacaktır. “Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz.” Ondan bize bir hayır gelmeyecektir.
Şimdi Amerika’da yeni iş başına gelen bey şöyle diyor: “Sizin Amerika’ya teşekkür etmeniz lazım, Obama hükümetine teşekkür etmeniz lazım.” Peki, neden teşekkür edecekmişiz? Ortada teşekkür edecek bir şey yok. İran halkını ve İslam Cumhuriyeti’ni felç etme niyetiyle bu ağır yaptırımları İran halkına dayatan, aynı sistem. Ümitleri, bizi felç etmekti. Elbette bu amaca ulaşamadılar ve asla da ulaşamayacaklar. Hiçbir düşman asla İran’ı felç edemez. “Müteşekkir olmalısınız” diyor, hayır kesinlikle müteşekkir değiliz. Niçin teşekkür edeceğiz? Yaptırımlar için mi? IŞİD için mi? Bölgeyi ateşe verdikleri için mi? Suriye’yi ateşe verdiler, Irak’ı ateşe verdiler; niçin teşekkür edeceğiz? 2009 seçimlerinde destekledikleri fitneden dolayı mı?
Bir taraftan bana mektup yazıp dostluk, sevgi ve işbirliği mesajı verirken, diğer tarafta açıkça fitnecileri destekliyor ve sizin arkanızdayız diyor, ülkede fitne yaratmaya çalışıyor. Nifak çehresi işte budur. Demir pençeye kadife eldiven geçirmişti; ben bunu defalarca söyledim. Biz teşekkür etmiyoruz. Biz onların neler yaptıklarını biliyor, neler yaptıklarını anlıyorduk.
Bu bey, “Ona (yani Obama’ya) teşekkür edin ve benden korkun” diyor. Hayır, sizden de korkmuyoruz. 11 Şubat günü İran halkı bu tehditlerin ve bu sözlerin cevabını sokaklarda verecek ve tehdide karşı nasıl tavır aldığını gösterecek. Hayır, hiç kimsenin tehdidinden de korkmuyoruz.
Evet, biz yeni gelen bu beye teşekkür ediyoruz. Teşekkürümüz, bizim zahmetimizi azaltıp Amerika’nın gerçek yüzünü gösterdiği için.
Biz 30 küsur yıldır Amerika’ya hakim olan sistemin siyasî fesatlarını, ekonomik fesatlarını, ahlakî fesatlarını, toplumsal fesatlarını anlatıp duruyorduk. Bu bey geldi, seçim döneminde ve seçim sonrasında bunu açıkça ve çıplak bir şekilde gösterdi. Şu an yapmakta oldukları da, Amerika gerçeğinin, Amerika’nın insan haklarının ne demek olduğunu gösteriyor. 5 yaşındaki çocuğa kelepçe takıyorlar, bunların insan hakları budur.
İran halkı kendi yolunu seçmiştir. İran halkı hareketini mantıkla, akılcılıkla, Allah’a tevekkülle, güçle, süratle, sahip olduğu özgüvenle sürdürüyor ve ilerliyor. Bugün İran halkı kendine güveniyor, gençlerimiz özgüvenle çalışıyor. Üniversitelerimiz, yüksek öğrenim kurumlarımız coşkuyla dolu bir şekilde bilimsel düşünceler üretiyor ve buluşlar yapıyor; inşa ve yapım da aynı şekilde. Her alanda aynı şekilde ülkede ilk sözü akılcılık söylüyor. Allah’a tevekkül ve Allah’a umut bağlayarak…
Biz İran halkının bu yolda zafer kazanacağından, kendi istediği sonuçlara ve ideallerine ulaşacağından eminiz.
Allah’ın rahmeti, devrimden sonraki on yıllık bereketli ömrü boyunca bu gerçekleri İran halkına açıklayan büyük İmam’ın üzerine olsun. İmam’ın açıklamalarına bakınız. İmam (Humeyni), dostu da düşmanı da tanıyordu. Hem İran halkını tanıyordu, hem de hedefi tanıyordu. İmam’ın sürekli olarak, şeytana güvenmeyin, düşmana güvenmeyin diye ısrarla bizi düşmana güvenmekten sakındırması, düşmanı tanımasından dolayıydı. Elbette biz bu sözleri söylüyorduk; ama şu an bu sözler perdenin önünde, sahnede yer alıyor. Herkes bunu görüyor. Bu beyin davranışları, Amerikan gerçeğinin ne olduğunu, nasıl olduğunu; insan hakları, insan sevgisi gibi söylemlerin ardına gizledikleri iç yüzünü ortaya koyuyor. Bu, bizim İmam’ın tedbirlerinden ve buyruklarından elde edebileceğimiz bir husustur.
Alemlerin Rabbi olan Allah’tan, sizlere yardım etmesini diliyorum. Gençler, inşallah hazırlıklı olun ki üstleneceğiniz daha büyük işleri yapabilesiniz. Sizin kuşağınızın büyük işler yapması gerekiyor. Sizden önceki kuşak önemli işler yaptı, geri kalan önemli işleri de sizler yapmalısınız. İnşallah kendinizi Allah’a tevekkül ile hazır hale getirin, bu emaneti sonraki kuşaklara kendiniz ulaştırın.
Vesselamu aleyküm ve rahmetullah ve berekatuh
KUDÜS HABER
BATI ASYA, 09 Şubat 2017 16:10
Yorumlar (0)