Suudiler, İran’a Karşı Kürtleri Nasıl Kullandılar?
, 23 Ekim 2017 20:02Kürtleri cesaretlendirerek giriştikleri oyun sonrasında ABD geri adım attı ve Suudi Arabistan her zamankinden çok daha zayıf bir pozisyona düştü.
David Hearst - Middle East Eye
Irak Kürdistan Bölgesi'nin başkanı Mesud Barzani, referandum çağrısı yaptığı andan itibaren hangi ülkelerin Kürdistan’ın bağımsızlığı konusuna daha en başında karşı olacakları ve birlikte bir koalisyon oluşturacakları açıktı.
Bölgenin dört ülkesinde yaşayan 30 milyona yakın bir Kürt nüfus var. Türkiye, İran ve Irak oluşacak bir Kürt devletini bariz şekilde ortak bir tehdit olarak algıladırlar. Her ne kadar, Ankara için bağımsız Kürdistan’a karşı çıkmak, içerde PKK’ya ve Suriye’de PYD’ye karşı tek Kürt müttefik olarak elde tuttuğu Barzani ile arasının bozulması anlamına gelse de Ankara’nın tavrı netti.
Bu süreçte Barzani’ye kimlerin destek verdiği ise net bir şekilde ortaya konmadı. Bu desteği en açık şekilde gündeme getiren taraf yalnızca İsrail oldu. Bir tek Netanyahu, İsrail’in “Kürt halkının kendi devletine sahip olma hakkını desteklediğini” bariz bir şekilde deklare etti.
İsrail PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımlamış olsa da İsrail ordusunun eski generallerinden Yair Golan, Washington’daki bir güvenlik konferansında PKK’nın bir terör örgütü olmadığını dile getirdi ve şunları ekledi: “Bölgedeki istikrarsızlığa baktığınızda, bu karmaşa içinde doğusunda İran olan birleşik ve güçlü bir Kürt devletinin olması kötü bir fikir değil.”
Yair Golan’ın işlettiği bu mantık, bölgede Türkiye’nin, İran’ın ve Irak’ın kanatlarını kırmak isteyen bir başka bölgesel aktör olan Suudi Arabistan’ın kurguladığı plana hiç de uzak değildi.
Evet, Suud Kralı Selman, kamuoyu önünde yaptığı açıklamalarda kuvvetli bir şekilde Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını dile getirdi. Fakat perde arkasında dönen diplomasiye baktığımızda Suud hanedanından çok sayıda üst düzey ismin Barzani’yi Irak’tan ayrılma ve bağımsızlığa gitme konusunda cesaretlendirmek için görevlendirildiğini görüyoruz. Suudiler, bu sürecin Türkiye ve İran’ın da toprak bütünlüğünü tehlikeye sokma hedefiyle yapıyorlardı bunu.
Suud’da bu işle görevli olanlardan birisi Suud ordusundan emekli olan general Enver Eşki idi. Eşki, şimdilerde Cidde’deki Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi adlı düşünce kuruluşunun başkanlığını yürütüyor.
Enver Eşki, temsilcisi olduğu Krallığın hangi adımları niçin attığı konusunda gayet açık konuşmuştu. ABD’nin ünlü dış politika kurumu CFR’ın düzenlediği oturumda konuşan Eşki, Büyük Kürdistan’ın kurulmasıyla birlikte “ İran’ın, Türkiye’nin ve Irak’ın bölgedeki güçleri zayıflayacak. Her bir ülkenin üçte biri Kürdistan’ın bir parçası olacak” şeklinde ifadeler kullanmıştı.
Eşki, bağımsız bir Kürt devletine olan desteğini Rus haber ajansı Sputnik’e verdiği bir röportajda da açıkça dile getirmiş; Suudi Arabistan Krallığı’nın halkların iradesinin karşısında konumlanamayacağını belirterek “Kürtlerin kendi devletlerine sahip olma hakları olduğuna inanıyorum” demişti.
Eşki’nin Sputnik’e verdiği röportajdan birkaç cümle de şu şekildeydi: “Irak, Kürtleri çok ötekileştirdi. Barzani’nin de dediği gibi anayasa hiçe sayıldı ve Irak ırk-mezhep temelli bölünmelere sahne oldu. Irak yönetimi aynı yolda ilerlemeye devam ederse Irak, ikiye değil çok daha fazla parçaya bölünür.”
Barzani’ye bir başka sinyal, Mart ayında Kraliyet danışmanlarından Dr. Abdullah Rabia’nın sözleriyle gönderiliyordu. Dr. Rabia, Ukaz gazetesine yaptığı açıklamalarda Irak Kürdistan Bölgesi’nin yüksek düzeyde ekonomik, kültürel, siyasi ve askeri bir potansiyel taşıdığını ifade ederek İran ve Türkiye’nin herhangi bir şekilde bu potansiyel karşısında durmasının mümkün olmayacağını dile getirmişti.
Barzani ile görüşen Dr. Abdullah Rabia Kürdistan’ın “bağımsızlık zeminini yakaladığını ve varlık mücadelesine girişme zamanının geldiğini” söylemişti.
Suud ittifakının bir başka kilit üyesi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de aynı yolu izledi.
Güvenilir bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre Barzani’nin oğlu Mesrur, Kürdistan Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı olarak beraberindeki bir heyet ile birlikte 25 Eylül referandumundan bir ay kadar önce Abu Dabi’ye gizli bir çıkarma yapıyor.
Abu Dabi veliaht prensi Muhammed Bin Zayid’e danışmanlık yapan akademik uzmanlar, destek mesajları vermekten çok daha fazlasını yaptılar.
Abdullah Abdulhalık, önümüzdeki birkaç yıl içinde kurulacağını belirterek bir Kürdistan Devleti haritası yayınladı ve bu haritadaki topraklar üzerinde 30 milyon Kürt’ün yaşayacağını ileri sürdü. Abdullah Abdulhalık, ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da bir çağrı yaparak referandumdan ötürü Kürdistan’ı cezalandırmaması gerektiğini zira “bunun demokratik bir hak” olduğunu dile getirdi.
Irak bu yaşananların farkındaydı. Iraklı bir yetkili, Erbil ile BAE arasında referandumun düzenlenmesi konusunda organizasyonal bir anlaşma bile olduğunu dile getirdi. Buna göre BAE Siyaset Merkezi kurumunun başkanı olan Ibtisam Kutbi ile Abu Dabi’ye giden Kürt heyet arasında bir “mutabakat sözleşmesi” imzalanmış ve BAE’nin referandumun organize edilmesine destek olacağı sözü alınmıştı. Birleşik Arap Emirlikleri, daha sonrasında referandum günü Erbil’deki konsolosunun referandum merkezlerini ziyaret edip teftişte bulunduğu iddialarını reddetse de süreç bu şekilde gelişmişti.
Suudi Arabistan Açık Sinyaller Veriyor
Suudi Arabistan, bölgesel politikada değişikliğe gittiğine dair başka sinyaller de verdi. Suudi Arabistan’ın Körfez ilişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı Samir Subhan’ın Suriye’nin Rakka vilayetine düzenlediği gizli ziyarette Kürt unsurlarla görüştüğünün gün yüzüne çıkmasıyla birlikte dikkatler buraya yoğunlaştı. Kuds el-Arabi gazetesinin haberine göre Subhan, Amerikalı askeri temsilci Brett McGurk ile birlikte Rakka’da PKK lideri Abdullah Öcalan’ın dev posterini açan Suriye Demokratik Güçleri’ni ziyaret ederken fotoğraflanmıştı.
Bu Türkiye’ye açık bir mesajdı.
Kerkük’teki Peşmerge güçlerinin direnişi bir sonuç vermeyince Riyad yeniden diyalog gemisine atladı ve Kral Selman, Irak başbakanı Haydar el-Abadi’yi Irak’ın bütünlüğünü tesis noktasında kazandığı zaferi kutlamak için Riyad’a davet etti. Kürtlerin aldığı yenilgiden birkaç gün sonra Irak genelkurmay başkanı ise Riyad’a çoktan özel bir davetle gitmişti bile.
Kerkük fiyaskosu, Ortadoğu’da artık çökmekte olan Amerikan emperyalizminin sebep olduğu istikrarsızlığın en sonki örneğidir. Türkiye, KBY, Irak ve Suudi Arabistan, ABD’nin büyük yatırımlar yaptığı müttefiklerdir.
Fakat bu müttefikliğin çok fazla bir önemi yok, çünkü tıpkı 18. yüzyılda küçük devletçikler ya da prenslikler arasında yaşananlar gibi bu müttefiklerin bölgede birbirlerine karşı bakış açıları sahayı belirleyen unsur oluyor.
ABD’nin eğitip donattığı Irak ordusu birlikleri, İran destekli güçlerle birlikte ABD’nin donattığı Kürt Peşmergeleri mağlup etti.
Kerkük civarında tam bir etnik temizlik yaşanmış oldu. Yaklaşık 100 bin Kürt, Kerkük'ü terk etmek zorunda kaldı. Birçoğunun işyerleri yağmalandı çok sayıda Peşmerge savaşçısı hayatını kaybetti.
Bütün bunlar olurken Washington köşesine çekilip olan biteni izlemekten başka bir şey yapamadı. Amerikan dışişleri sözcüsü “tartışmalı bölgeler konusu, Irak anayasasına uygun bir şekilde çözülmelidir ve çözülene kadar statülerinde bir değişiklik olmamalıdır” açıklaması yaptı.
ABD’nin Askeri Şemsiyesi Parçalanıyor
ABD’nin öncülüğünde varılan pakta göre Irak’ın Kürtlere karşı askeri güç kullanmaması şartı Saddam sonrası dönemde ilk defa Kerkük’te ayaklar altına alınmış oldu. Irak başbakanı Haydar el-Abadi’nin otoritesi güçlendi. Kerkük’ün alınması, önümüzdeki yıl yapılacak olan genel seçimlerde Abadi’ye en büyük rakibi Nuri el-Maliki karşısında büyük bir avantaj sağlamış oldu. Irak anayasasının bu konuda ne diyip ne demediği artık çok da önemli değil!
Dolayısıyla ABD müttefiki olmak, sadece askeri değil diplomatik şemsiye altında da kimseye artık bir garanti sunmuyor.
ABD’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte oluşan boşluk ve sonrasında yaşananlar aslında ABD’ye, Beyaz Saray’ı televizyon şovuna dönüştüren bir başkandan çok daha büyük zararlar verdi ve veriyor. (Bana kalırsa Trump’ın “önce Amerika” sloganıyla geliştirdiği siyaset, Obama’nın Bush döneminin müdahaleci politikalarını yavaşlatan tavrının bir devamı niteliğinde.)
Barzani, referandum kararını yalnızca destek vereceklerini hesap ettiği ama destek alamadığı KYB’ye bağlı Peşmerge güçlerine güvenerek almadı. Daha çok Riyad ve Abu Dabi’den aldığı destek sözlerine güvenerek aldı.
Batı sonrası (Post-Batı) dünyaya hoşgeldiniz. İngiliz ve Rus imparatorluklarının acı bir şekilde nasıl yıkıldıklarını hep birlikte izledik. Şimdi de sıra Washington’da.
Amerika geri çekilirken bölgedeki güçlü aktörler arasında yeni bir güç dengesi kurulmuş değil. Ortada hakimiyet mücadelesine açık, devasa bir alan var ve sahnede batılı silah teknolojileriyle donanmış savaş tecrübesine sahip ordular var. Uzun süreli müttefikler terk ediliyor ve uzun süreli politikalar bir gecede paramparça oluyor.
Yine İran Kazanıyor
Tabi ki kazananları var bu oyunun. Bunlardan bir tanesi İran.
Güçlü ve güvenilir bir uluslararası aktör olmayınca İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Ordusu komutanı Kasım Süleymani, KYB’nin Talabani ailesinin oluşturduğu kanadıyla Haşd Şabi arasında bir anlaşmaya öncülük etti. Haşd Şabi, hemen sonrasında bölgeden çekildi ve saha hakimiyetini Irak ordusu ve federal polis güçlerine devretti.
Donald Trump’ın nükleer anlaşmayı kendi adına “yırtmasından” sadece iki gün sonra İran, sahada büyük bir kazanım daha elde etmiş oldu.
Suudi Arabistan ise bölgede her zamankinden çok daha zayıf bir konumda. Her Game of Thrones oynayışında oyunu sanki ilk defa oynuyormuş gibi yapmaya ve kaybetmeye devam mı edecek? Bu oyunun neticesi yüzlerce şehrin yıkıma uğradığı ve milyonlarca insanın mülteci olduğu bir sahne oluyor her defasında. Bölgenin şahit olduğu yıkımlar ve sürgün Suudi Arabistan’ın Sünni dünyaya liderlik etme arzusunun bir sonucu.
(Çeviri: Enes Berat GÜRLER)
KUDÜS HABER
Yorumlar (0)