Birçok Sünni Ülke için İran Bir Tehdit Değil
, 16 Kasım 2017 00:38Orta Doğu'da mezhep çatışmasını öngören planlar çöktü. Bölge devletleri İran'ı gerçek bir düşman olarak görmüyorlar. İran karşısında kurulan ittifak bir Sünni eksen olmaktan çok uzakta. Olsa olsa "Suud ekseni" denilebilir.
"Orta Doğu’yu iyi Sünniler ve kötü Şiiler olarak bölmek isteyen birisinin Pakistan’ın her iki tarafla da kurduğu iyi ilişkileri açıklayabilmesi gerekir."
Zvi Bar'el – Haaretz
Pakistan Genel Kurmay Başkanı General Kamer Cavit Becve, geçtiğimiz hafta Tahran’a “tarihi” bir ziyaret gerçekleştirdi. Birçok başarıya imza atmış ve üniformasının üzerinde sayısız madalya bulunan general, İran Devrim Muhafızları komutanını kucakladı ve İran’a Pakistan’da Besic tarzı bir gönüllü halk ordusu kurma planıyla geldiğini açıkça ifade etti. İki ülke arasında Hindistan’a ve Rusya’ya uzanacak iki ayrı gaz ve petrol boru hattı planlarını da içeren derinlikli ekonomik ilişkiler de mevcut.
Eğer Pakistan, Suudi Arabistan’ın tescilli bir müttefiki olmasaydı ve Suudi Arabistan’ın yardımlarıyla ayakta duran bir ülke olmasaydı bu durum çok da ilgi çekici olmazdı. Riyad, Pakistan’da yalnızca yatırım yapıp sivil kuruluşlar üzerinden yardım faaliyetleri yürütmüyor aynı zamanda Suudi Arabistan’da yaşayan milyonlarca Pakistanlıya da işveren konumunda bulunuyor.
Dolayısıyla Orta Doğu’da iyi Sünniler ve kötü Şiiler diye bölmek isteyen birinin Pakistan gibi Sünni bir devletin hem Şii İran ile hem de ultra-Sünni Suudi Arabistan ile aynı anda nasıl derin bir romantizm sürdürebildiğini açıklayabilmesi gerekir. Ayrıca sadece bu da yetmez; Şii İran’ın bir yandan Afganistan’daki Sünni hükümete destek verirken bir yandan da Afgan Talibanı ile nasıl sıkı ilişkiler kurabildiğini açıklaması gerekir.
Eğer İran, Lübnan başbakanı Saad Hariri’nin istifa sürecinde olduğu gibi Suudi Arabistan’ın diğer Orta Doğu ülkelerinin içişlerine müdahalesini meşrulaştıracak derecede büyük bir tehdit ise, Riyad niçin İran ile ilişkileri yüzünden Pakistan’a yaptırım uygulamıyor? Bunun iki cevabı var: Birincisi, Suudi Arabistan’ın “Sünni” koalisyon içinde Pakistan’a ihtiyacı var. İkincisi ve aynı derecede önem arz eden bir diğer sebep ise şu anki şartlarda Riyad'ın, Pakistanlı işçiler olmadan iç işleyişini sürdüremeyecek olmasıdır. Pakistan'ın tersine Lübnan ise sadece bir piyon konumunda.
Aynı soru, Tahran ile ekonomik ve stratejik müttefik olan Türkiye'nin Riyad ile yakın ilişkileri hakkında da sorulabilir. Türkiye, (ilk başlarda dışlanmış olsa da) iki yıl önce Tahran ile ilişkilerini kesmesi istenmeden Suudi Arabistan’ın Sünni ittifakına katıldı. Halbuki Riyad, Körfez ittifakı içindeki Katar’dan İran ile ilişkilerini kesmesini istemişti. Fakat aynı Riyad, Tahran ile daha yoğun ekonomik ilişkileri olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne de ses çıkarmıyor. Belli ki Suudi Arabistan, İran’a karşı savaşta kendi sınırlarının farkında.
Amerika ve İsrail’in, Riyad’ın Orta Doğu’daki temel tehdit unsurunun İran merkezli olduğu şeklinde tanımlayarak bir seferberlik başlatmış olmasından duyduğu memnuniyet yanıltıcı. Bu basit bakış açısı, öncelikle İsrail ve Amerika’nın temel bir düşman bulup onun etrafında askeri bir politika geliştirme ihtiyacına hizmet ediyor. Fakat İran tehdidi algısı, bütün Arap devletlerinde hatta İsrail ile barış anlaşmasına imza atmış Arap devletlerinde bile kabul görmüş bir mesele değil.
Örneğin Mısır, İsrail’in Sina ve Gazze’deki terör örgütlerine karşı mücadelesindeki müttefiki. Mısır ayrıca Hizbullah’ı da bir terör örgütü olarak tanımlıyor (çevirenin notu: Hizbullah komutanlarının Mısır'a giriş çıkışları yasak fakat Mısır tarafından yapılan resmi açıklamaların hiçbirinde Hizbullah'ın açıkça terör örgütü olarak görüldüğü belirtilmemiştir). Fakat aynı Mısır, Suudi Arabistan’ın İran ve Hizbullah’a karşı saldırgan tutumuna da karşı çıkıyor. Mısır dışişleri bakanı Semih Şükrü, bu hafta içerisinde Riyad’ı ve müttefiklerini bölgesel meselelerde askeri tehditler yerine diplomatik girişimlerin ön plana çıkarılması konusunda ikna turuna çıktı. Mısır, geçtiğimiz yıl, Rusya’nın Suriye hakkında Birleşmiş Milletler’e İran’ın da taraf olduğu bir konuda sunduğu teklife destek vererek Suudi Arabistan’ın emirlerine “karşı çıkmıştı”. Sonuç olarak ise Suudi Arabistan’ın ekonomik yaptırımlarına maruz kalmıştı.
Ürdün ise, Golan Tepeleri’nde varlık sergileyen İran’dan ziyade sınır hattında kümelenen radikal Sünni milislerin sergilediği tehdidin çok daha endişe verici olduğunu düşünüyor. Yine Ürdün yönetimi, Ürdün topraklarının Suudi Arabistan’ın Suriye’de Esed rejimi ve müttefiklerini hedef alacak bir operasyonun kumanda merkezi olma yönündeki talebini geri çevirdi. Neticede Riyad, Ürdün krallığına vadettiği ekonomik yardımları durdurdu ve Ürdün’ü cezalandırdı.
Riyad’ın İran karşıtı çizgiye gelmeyen Arap devletlerini tehdit etme ve cezalandırma ihtiyacı hissetmesi, ya da en azından Suud politikalarındaki hikmetin sorgulanması, Suudi Arabistan ile diğer Arap devletleri arasındaki anlaşmazlığın boyutunu gözler önüne seriyor. Bu ülkeler, Suudi Arabistan’ın ya da İran’ın Orta Doğu’daki hakimiyet mücadelesinden ve diğer bölge devletleri üzerinde etki oluşturmak suretiyle onların serbest hareket sahasını daraltmalarından rahatsızlar.
Bu ülkeler de Pakistan ve Türkiye gibi olmak istiyorlar. Yani hem Tahran ile hem de Riyad ile kendi çıkarları çerçevesinde manevra yapabilecek düzeyde yakın ilişkiye sahip olmak istiyorlar. Bu ülkeler, Suudi Arabistan’a bağımlılığın bir sonucu olarak kendileri açısından asıl tehdidin İran’dan değil; Riyad’ın emirlerine uymazlarsa Suudi Arabistan kaynaklı olacağını düşünüyorlar.
Dolayısıyla adına “Sünni eksen” denilen yapı, esas itibariyle “Suud ekseni”. Şii bir ülkeye dini saiklerle duyulan bir öfke ve nefretin sonucunda Sünni ülkelerden oluşmuş bir grup değil. Bu grubu oluşturan şey, onların Riyad’a olan bağlılıkları ve Riyad’ın ekonomik zenginliğinden faydalanabilme arzusu. Üstelik Sünni devletler, Şiiliğin kendi ülkelerinde yayılma tehlikesi olduğu iddiasından da rahatsız. Zira bu iddianın Sünniliği zayıf ve savunma pozisyonunda bıraktığı görülüyor. 1,6 milyar nüfuslu Müslümanlar arasında %90 çoğunluğa sahip olan Sünnilerin %10’a tekabül eden Şiilerden korktuğu algısı rahatsızlık oluşturuyor.
Fakat bu tip istatistiksel bilgiler, tehlikenin boyutunu yine de değiştirmiyor. İran, Suriye’de gücünü tahkim ediyor, Irak’ta inanılmaz bir etki alanı oluşturuyor ve Yemen’de Husilere destek veriyor. İran, başlı başına bir tehdit olduğunu daha fazla delile ihtiyaç duymaksızın kanıtlamış oluyor. Bu denli bir tehdidin tehlike oluşturup oluşturmadığını test etmeye kalkmak ise delalettir.
Hal böyle iken en azından İsrail açısından durumun ne ifade ettiği ve İsrail’in neyden korktuğu sorusu değerli. Golan Tepeleri’ndeki İran kuvvetlerinden mi? İran’ın balistik füze gücünden mi? Şii milislerden mi? İran’ın nükleer programından mı? Hepsinden de öte İran’ın Suriye’de İsrail ile karşı yeni bir cephe açma konusunda gerçekten samimi olup olmadığı mı!?
İsrail’in cevabı ise hazır! Her zamanki gibi! O meşhur atasözünde söylendiği haliyle: “Her zaman her şeyden korkan adam mutludur!”
(Çeviri: Enes Berat GÜRLER)
KUDÜS HABER
Yorumlar (0)